Makaleler Edebiyat Hikaye ve Öyküler Muhacirlik Destanı
Makale Başlığı: Muhacirlik Destanı

Muhacirlik Destanı

Yazar: Haydar Gedikoğlu • Eklenme Tarihi: 31.01.2006 • Görüntüleme: 4.601

Özet:
...burada yaşananları gören taşlar bile gözyaşlarını tutamadı.

Kelimeler:
Muhacirlik Destanı, Haydar Gedikoğlu

MUHACİRLİK DESTANI [*]
Haydar Gedikoğlu

“…burada yaşananları gören taşlar bile gözyaşlarını tutamadı”.
Bütün dünyaya ölüm ve yıkım getiren Birinci Dünya Savaşı, Doğu Karadeniz insanlarına da acılı yıllar yaşattı. Savaşın ilk yarılarında Doğu Cephesi’nin çökmesi, bu cephenin vurucu gücü olan 3.ordu’nun dağılması Karadeniz kıyılarının savunmasız kalmasına yol açtı. Batum’ dan yola çıkan işgalciler, hızlı adımlarla Batı’ya doğru ilerliyordu. Onları durduracak güçte, durumda değildik. Bu durum karşısında iki seçenek kalmıştı: ya bekleyip olacaklara boyun eğmek ya da başka yerlere göç ederek yeni bir günün doğuşunu beklemek. Yöremiz halkı ikinci yolu seçti.

Göç yolculuğu Artvin’den başladı. Bunu Rize ve Trabzon izledi. Doğu Karadeniz kıyıları neye uğradığını, nereye gideceğini, ne yapacağını bilemeyen, şaşkın insanların umut köprüsü oldu.

Köyler, kent ve kasabalar göç hazırlığına girişti. Herkes dertli, herkes suskun. Yüzler acı, kaygı ve korku çizgileriyle dolu. Evlerde ağıtlar, ağlaşmalar, hıçkırıklar yarışıyor. Ninniler bile dindi. Esen yelden, uçan kuştan medet umuluyor. Kıyı boyunca işgal güçlerine karşı gösterilen yerel direnişlerin başarılı olması için dualar ediliyor. Arasıra,denizden gelip geçen Yavuz, Midilli, Gülcemal, Hamidiye adlı gemilere bakılıp türküler yakılıyor:

Yavuz gelir tersine
Değirmenderesi’ ne
Yavuz kurban olayım
Toplaruğun[**] sesine

E Midilli kalksana
Işıkları yaksana
Düşman basti burayi
Toplari donatsana

Gülcemal dedukleri
Denizi elekleyi
Bacalari dumanli
Kıyılari bekleyi

Trabzon kızlari
Ne dillidir ne dilli
Kalduk duman içinde
Yetişsena Midilli

Evden,ocaktan ayrılmak ne denli zorsa göç yollarını aşmak daha da zordu. Varlıklı olanlar at, araba, kayık gibi taşıtlar tutarak bu zorluğu az da olsa yenebildiler. Onlar bile denizin azgın sularıyla boğuşmak, düşman gemilerinden sakınmak gibi ağır zorlukları günlerce yaşadılar.

Çoğunluğu yoksul olan on binlerce göçmene gelince; onlar, bu uzun yolları yürüye yürüye aştılar. Yanlarına aldıkları ufak tefek eşyayı, küçük çocuklarını, yerine göre hastalarını,sakatlarını sırtlarında taşıdılar. Geceleri, gündüzleri yollarda geçirdiler. Yağmuru, çamuru, karı,tipiyi ve ayazı açıkta karşıladılar. Köprüsü yıkılan dereleri, azgın sulara dalarak geçtiler. Yarı aç, yarı tok,yırtık pırtık giysilerle doğanın ağır koşullarına, kış aylarının acımasızlıklarına karşı koydular.

Düşmandan kaçan bu insanların yiyecek, giyecek almak için paraları yoktu. Aç kalanlar kırda, bayırda buldukları ot ve mantarlarla karınlarını doyurmayı denedi.

Çoğunun mide ve barsakları bu yüzden bozuldu.

Kimileri hastalıktan öldü. Ne hekim, ne de ilâç vardı.

Yollar, inim inim inleyen,sızım sızım sızlayan ya da ölüp kalan insanlarla doluydu.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi kıyı kuşağını izleyenler düşman gemilerinin bombardımanına, iç kesilmede yol alanlar eşkıya saldırılarına hedef oldular. Muhacir diye adlandırılan bu insanlara yağdırılan top ve tüfek mermileri, yüzlercesinin ölümüne veya yaralanıp sakat kalmasına neden oldu. Tonya’ nın Karaağaçlı ve Biçinlik köyleri arasındaki boğazda 300 dolayında muhacir böyle öldürüldü. 19 Nisan 1916 günü Eynesil-Çavuşlu arasında yol alan göç kafilesini top ateşine tutan Rus donanması, 182 muhacirin ölümünü zafer sevinci içinde karşıladı.

Sık sık yinelenen bu saldırılar karşısından ölüsünü, yaralısını, yaşlısını hattâ çocuğunu bırakıp kaçmak nerdeyse olağanlaştı. Yakınlarını yitirenlerin ağıtları, hastaların iniltileri, açlıkla, çıplaklıkla boğuşanların çığlıkları yol boyunca dağlarda yankılandı.

O günlerde yakılan yol türküleri, yaşanılan dramın boyutlarını az çok yansıtabiliyor.:

Trabzon’dan çıktım başım selamet
Çavuşlu’ ya vardım koptu kıyamet
Anam, babam, yarim Hak’ ka emanet
Ah bu muhacirlik şimdi büktü belimi
Zalim Urus yaktı, yıktı evimi

Göç kafileleri gide gide Harşıt deresine dayandı. Harşıt deresinin en azgın aylarıdır o aylar. Derenin üstünde köprü yoktur. Karşıdan karşıya kelek denilen küçük kayıklarla geçiliyor. Sayıları sınırlı olan keleklerle bunca insanı karşıya geçirmek zordur. Kaldı ki muhacirlerin çoğu, geçiş ücretini ödeyecek durumda da değildir. Kelekçiler de fırsat bu fırsat diyerek ücreti artırdıkça artırırlar. Sabırsız muhacirlerle tıkabasa doldurulan kelekler, ikide bir alabora olarak yolcularını dereye döktü. Bunların çoğu azgın sularla birlikte denize sürüklendi. Kısacası, yol boyunca çekilen çileler Harşit kıyılarında katlandıkça katlandı. Oradaki insan manzaralarını ancak olayın tanıkları anlatabilir:

“Binlerce, on binlerce muhacir derenin karşı yakasına geçmek için aç, çıplak, yağmur altında, çamur içinde günlerce bekledi. Pek çok muhacir kadın, burada soğuktan, açlıktan,umutsuzluktan çıldırıp kucağındaki çocuğuyla birlikte kendini dereye attı. Hem bir tane değil, on tane değil, düzinelerle…evet, burada yaşananları gören taşlar bile gözyaşlarını tutamadı”.

Önceden yola çıkanlar, Harşıt’ ın karşı yakasına geçerek sığınacak bir yer, tutunacak bir dal bulabildiler. Arkadan gelenler ise ilk gelenlerin tuttuğu yerleri de aşmak, daha uzaklara ulaşmak zorunda kaldılar. Bu yüzden yollar uzadıkça uzadı. Yorgunluk, açlık, hastalık, ölüm arttıkça arttı.

Göç yolları üzerinde bulunan köyler, kentler ve kasabalar başlangıçta muhacirlere karşı ılımlı davrandılar. Ellerinde, avuçlarında ne varsa onlarla paylaştılar.Ancak ardı arkası kesilmeksizin bir çığ gibi akıp gelen göç dalgası, oraların kaynaklarını da tüketti. Muhacirler gitgide istenmeyen konuklar durumuna düştüler.

“ilk aylarda yiyecek işleri iyi kötü bir düzene bağlanmıştı. Muhacir barındıran yerlerde kurulan muhacir komisyonları, muhacirlerin gereksinimlerini az çok karşılıyordu. Arkadan gelenler yığıldıkça beslenme, barındırma, yerleştirme işleri bozuldu. İl yönetimini Ordu’ya taşıyan Trabzon valisi Cemal Azmi bey’in çabaları, yığılan sorunların çözülmesine yetmedi. Başını sokacak bir ev,karnını doyuracak bir kapı bulamayanlar öle kala yollara düşüyor, yurdun daha verimli, daha güvenli bölgelerine ulaşmaya uğraşıyordu. Her adımbaşı tüyler ürperten sefalet sahneleri sergileniyordu. İşsiz, parasız, yersiz ve yiyeceksiz olan insanlar hastalıklara yenik düşerek kırılıyorlardı. Öyle ki Trabzon’dan 20 kişi yola çıkan bir aileden ancak 5- 6’sı sağ kalabilmişti. Sanki bütün Karadeniz sahilleri, İstanbul’a kadar uzanan bir mezarlık haline gelmişti”.

Muhacirler bu zorluklarla boğuşurken ayrıldıkları yerlerin özlemi de gözlerinde tütüyordu. Gözleri, gönülleri hep oralardaydı. Ne yazık ki gelen haberler iç açıcı değildi. Trabzon’un düşman eline düşmesi, muhacirler topluluğunu yürekten yaraladı. Acılarını türlülere döktüler:

Ah Trabzon Trabzon
Konakların parlayi
Ey gidi Sarikışla
Seni gören ağlayi

Ey gidi Sultan Reşat
Kararını bulmadın
Çektın askeri geri
Milletini sormadın

Urus’un kumandani
Yortu tutayi yortu
Ey gidi Sultan Reşat
Hani üçüncü ordu

Aylarca süren ölüm yolculuğuna dayanabilenler, oldukça güvenilir yerlere ulaştılar. Ancak varılan yerlerde barınacak bir ev, geçinecek bir iş bulmak kolay değildi. Gene de ölüm saçan yolları geride bırakmak, güvenli yerlerde yaşamak onlara yetiyordu. Acıları, kaygıları gerilerde bırakmak, muhacirlerin yaralarını sarmak elbette yeterli değildi. Onların büyük özlemi, ülkenin kurtuluşunu görmek, doğup büyüdükleri yerlere geri dönmekti. O günleri görmedikçe yüreklerindeki fırtına dinmeyecekti.

1917 yılının sonlarına doğru[***] özlem yüklü yüreklerde umut çiçekleri yeşerdi. Aralık ayının ortalarında imzalanan Brest-Litovsk ateşkes antlaşması, bitmek tükenmek bilmeyen en acılı günleri noktalıyordu.

Halk arasında muhacirlik diye anılan ve Yoros burnundan Giresun’a, Ordu’ya, Samsun’a, oradan Tokat,Zile, Erbaa,Taşova, Merzifon, Çorum,Yozgat,Sinop, Zonguldak,Bolu, İzmit, İstanbul gibi daha pek çok Anadolu kentlerine uzanan bu çileli yolculuk birbirini izleyen en az üç kuşağın yaşamında derin izler bıraktı. Gidenlerin bir bölümü yollarda öldü. Bir bölümü oralara yerleşti. Sağ kalanlar aynı yolları izleyerek geri döndüklerinde köylerinin, kasabalarının yakılıp yıkıldığını, evlerinin yağmalandığını gördüler. Bulabildikleriyle yepyeni bir düzen kurup yaşamın sürekliliğine ayak uydurdular.

1916 yılını şubat ayında başlayıp aşağı yukarı iki yıl süren bu uzun yolculuğun öyküsü, tek başına bir ölüm kalım destanıdır.

DİPNOTLAR

* Haydar Gedikoğlu’ nun Trabzon Efsaneleri ve Halk Hikâyeleri adlı kitabından alınmıştır.
** Toplaruğun: Toplarının
*** 1917 yılının Ekim ayında işgalci Çarlık Rusya yıkılır. Aynı yıl Şubat ayında ise Lenin yönetiminde Bolşevik Rusya kurulur. Çarlık Rusya’nın Türk toprakları üzerindeki işgalinin son bulmasında Lenin devriminin ve bu süreçte doğan Lenin-Mustafa Kemal dostluğunu büyük payı vardır.