Makale Başlığı: İnsanoğlu-2

İnsanoğlu-2

Yazar: Zafer Kalfa • Eklenme Tarihi: 23.05.2006 • Görüntüleme: 5.526

Özet:
-İyi ama ben,neyim?-Delisin,oğlum.Deliiii!

Kelimeler:

İNSANOĞLU.2


-İyi ama ben,neyim?
-Delisin,oğlum.Deliiii!


Bir internet kafedeyim. Yanımdaki masaya başka bir müşteri oturdu. On beş dakika içerisinde aklım durdu. İzin verin,izah etmeye çalışayım...

Hantallık içerisinde sandalyeye çöken ve yüz yıllık bir ağaç gövdesinin iki katı şişmanlıkta olan bu çocuk,henüz 15 yaşındaymış!..

Elleri,her gün düzinelerce kişinin dokunup tuttuğu tuşlara ve bilgisayar faresine sarılırcasına dokunmaktan ötürü adeta,küf tutmuş. Kıyafetlerinin üzerine sinen pis koku,göz ile görülebilecek hale gelmiş!..Bir ara yüzüne bakıyorum;sanki,hipnoza uğramış...Kendi dilini unutmak üzere,yabancı dil ise bilmiyor ama oyunun emrettiklerini yapabilmek için yazması gereken yabancı kelimeleri saniyesinde yazabiliyor(?). Aynı anda,arka cebinde taşıdığı ve son derece gelişmiş (neydi gelişme?)olan cep telefonunun her çalışında yıldırım hızıyla ona uzanabiliyor. Tekrar oyuna(neydi oyun?) dönüyor ve ekran başında işlediği her cinayetten sonra kısık sesli bir zafer narası atıyor. Sanki,kanı alevleniyor da daha bir heyecanla dokunuyor tuşlara...

O anda çevresinde olup bitenleri duyduğundan ve gördüğünden şüpheliyim. Ömrünün yarısını hapiste geçiren bir canlı bile bu kadar kopamaz hayattan. Kaldı ki;varlığı,karşısındaki makineye bağlıymış gibi duran bu çocuk,acaba,can taşıyor mu? Ruh sahibi mi?..Mecaz yapmıyorum;anlık refleksleri dışında sevmesini,üzülmesini,özlemesini,mutlu olmasını sağlayacak bir ruh taşıyor mu? Gördüklerim ve his ettiklerim beni yanıltmıyorsa,iddia ediyor ve söylüyorum:Bundan emin değilim!

Biraz sonra kafasını bile çevirmeden kafenin görevlisine sesleniyor:
“abla,bir tane (brovni)versene!”

(Konuşması;ne Türkçe,ne yabancı bir dilde...anlaşılmıyor;ben,okunabilecek şekilde yazdım)

Ambalajı hızla ve vahşice yırtıp masanın üzerine atıyor. Yine,sıradışı bir barbarlıkla yemeye başlıyor. Yeme işlemi bittikten sonra ellerini pantolonuna sürüyor.

Bunları yaparken gözlerini bir an olsun ekrandan ayırmadı. Derken,cebinden bir sakız çıkartıp onun da ambalajını masaya fırlattı. Dudaklarını hiç birleştirmeden adî ve pis ifadelerle sakızı çiğnemeye başladı. Saygılı olmayı ‘eski kafalılık’ sanan abi ve ablalarından gördüğü gibi arada bir şişirip patlatıyordu.

İnanın ki;her an boğazına dalıp nefessiz kalmasını sağlayabilir ve onu öldürdükten sonra bana “hoşgörü”den”, “insan hakkı”ndan bahseden kişiye de aynını yapabilirdim. Yapardım bunu!...

Kendisini uyarıyor ve çatık kaşlarımla:

“sakızını sessizce çiğne!” diye ikazda bulunuyorum.

Az önceki görevli (kafenin de sahibi imiş) bayan yanıma gelip,beni tehtid ediyor:

“o çocuk bizim yakınımız,yavaş ol!”

Derince bir nefes alıyorum...

“madem çocuğu bu kadar seviyorsunuz,eline bir kitap verin ve onu buradan çıkarın!”

Aldığım cevap ise şu:

“sen okumuşsun da ne olmuş;önce biraz saygılı olmayı öğren!”


Trajedi...Trajedi...Trajedi...Trajedi...


*

Şimdi size millî dil,millî sanat nutku çekmeyeceğim çünkü bugüne kadarki nutukları esneyerek dinlemenizin yol açtığı bir olayın yazısını okudunuz. Ben,daha büyük bir tehlike görüyorum: Doğanın bir canlı türü yok oluyor. İnsan denen canlının soyu tükeniyor!

Kısa bir süre önce,yeni tanıştığım bir zat ile sohbet esnasında,konu klasik batı müziğinden açılmıştı. Konuştuğum bu kişi,üç yıl önce Doğu’nun bir ilçesinden üniversite için Ankara’ya gelen bir müzik öğrencisi.

“yahu,ben neden uzun havamı değil de klasik müziği öğrenmek zorundayım. Neden ille de yabancıların müziği?”diye veryansın etti.

Ona da söyledim: Batı,keşke bize klasik müziği dayatsa...Her gün, zorla klasik müzik dinletseler. Onu da yapmıyorlar ki;ne ulusal ne de batı kültürlüsü olamayalım diye...yani;kültürsüzleşelim diye... Yıllardır,televizyonlarda klasik Batı müziği yayınları yapıldığını gören var mı? Yabancı veya yerli;ortada kültür bırakmadılar. Sadece;pizza,hamburger,jöleli sandviç ve ekran manyaklığı!..

Ve çevremdekiler ne düşünürse düşünsün (önce ,düşünmeyi öğrensinler de) bu isyânım son bulmayacak. Canınızı sıkacağım,her fırsatta sizi rahatsız edeceğim! Şunu söylüyorum:iyi veya kötü değil ama ‘insan’ yok oluyor. Farklı...çok farklı bir tür yetişiyor. Maddenin kölesi olan,tuhaf bir canlı türü;ama ‘can’sız...


-Ben,geceleri güneş gözlüğü takıyorum
-Delisin,oğlum.Deliiiii!


İlkokuldaki matematik derslerinde öğretmenimiz bize kümeler konusunu anlatırken en çok “eşit”ve “denk” kelimelerini duyardık. Nedir,bu kelimelerin anlamı: Kısaca,eşit:hem nicelik hem de nitelik bakımından birbirinden farkı olmayanlardır. Meselâ; bir dairenin içinde iki tane pabuç. İkisi de kırmızı...diğer kümede ise iki tane pabuç; ama onlar mavi ise eşit değil denktirler.

Dünya üzerinde veya dünya üzerindekilerde eşitlik söz konusu mudur? Hayır...olamaz ve olması da müthiş bir çirkinliğe yol açar. Tabiat,var olduğundan beri, içinde eşitliği barındırmamıştır. Hiçbir varlık veya varlık topluluğu,nesnel veya tinsel; hiçbir zaman eşit olmamıştır,olamazlar.Devlet kanunları önünde eşitlik ise başka bir temelde incelenir,konumuzun dışında;ben,en temelden ele alıyorum. Bu durum,doğanın kanunlarına aykırıdır. Sanatta da güzelliği doğuran,asimetrik dengedir. Yalnızca makineler eşit olabilir ki,bilim dahi kimi zaman zorlanır. Bilimsel dayanaklara güvenen materyalizm de işte;bu türden, ‘kolon’türünden bir eşitliği öngörür. Oysa;bu tip bir eşitlik,hem çirkindir hem de önünde sonunda bir yerden açık verecektir. Ne zaman ki insanoğlunu robotlaştırırsınız o vakit eşit toplumlar da yaratabilirsiniz(!) O halde,bilgici cahillerin kuru gürültüsünü boşa verip esas olanın ve olması gerekenin denklik olduğunu bilelim.

Konuyu siyasileştirmek adına değil ama şu tanımlamayı yapmak doğru olur: Bugün,kötü olan,sanıldığı gibi kapitalizm değildir. Kapitalizm,emperyalizm aşamasına geçmediği,hattâ geçmeye başlamadığı sürece faydalıdır. Nasıl ki;düzene karşı olmak çapulculuğa varmadığı sürece faydalıdır ,demek ki; iyi’ nin bile kötü,kötü’nün bile iyi hali vardır. (örn;şeker ve şekerin fazlası...tuz ve tuzun azlığı) Hiçbir zaman,hiçbir ağacın bir yaprağı bir diğerine eşit değildir.(ömrünüz boyunca inceleyin:tamamen aynı(eşit) iki yaprak göremeyeceksiniz) İçimizi ısıtan güneş,her zaman sevimli olmayabilir.


*

Birçoklarına sıradışı gelebilir; ben,mafyayı ve pornoyu şiddetle savunuyor ve şu aşamada bu iki kavram üzerinde tekrar düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Mafyaya ve pornoya gereken değeri vermeli ve onları hak ettikleri yerde tutmalıyız. İşte;altın kural:hak ettikleri yer!(şeker ve tuz örneklerini hatırlayalım)

2004 yazı...Ankara,Sakarya Caddesi’nde akşam vakti gezinirken canım midye yemek istiyor. Sokak midyecilerinin bir tanesinin yanına gidip selam veriyor ve elimi tepsiye uzatıyorum ki,satıcı ani bir hamle ile bileğimden kavrıyor.

“aman abi;ben, vereyim !”

Nezaket icabı,müşterisi sigarasını yakarken bile hemen elini uzatıp çakmağı ateşleyen garsonlar görmüştüm ama bu,farklıydı. Dayanamayıp ve kendim de inanmayıp sordum:

“yoksa birisi bizi mi gözetliyor?”

Ben,satıcı adamın kahkahaları basacağını umuyordum ama hayır,gerçekten birkaç metre arkamda bulunan patron,onu izliyormuş. Sonradan öğrendim ki,bilmem ne aşiretinin,bilmem nesinin,bilmem nesi imiş bu işi yapan ve yaptıran...Olayın püf noktasını halâ çözemedim. Çok umurumda değil ama müşteri seçerse olmuyormuş demek ki!.

Şimdi ,önümüzde duran bu olay,mafya olayı değildir. Çapulculuk,serserilik,kolay yoldan para kazanmaya yarayan ‘garibancı şiddet’tir.

Mafya,tarihin hiçbir döneminde ve hiçbir yerde yok olmamıştır ama şekli,sonra da içeriği değişmiştir. Meselâ;Köroğlu da adamları ile birlikte dağlarda yaşayan,kılıcını kınından bir çıkardı mı yerine kansız sokmayan bir eşkıya idi. Ama asil,erdemli ve onurluydu. Çünkü haksızlık yapmaz,mazlûmun ahı’nı almazdı.

Bu olgu,deforme olarak 20.asrın başlarına kadar geldi;yani,biçim değişti ama öz,aynı kaldı. Külhanbeyleri,çeketlerini omuzlarına asar,bellerine hançeri yerleştirir ve mahallenin kızına yan bakan oldu mu o namussuzun etinin üzerine oracıkta bir hatıra bırakıverirdi. Bugün,bu tür külhanbeyleri yok çünkü ya erkekler, kız arkadaşlarını zaten el aleme sunuyor ya da kızlar,bu tür sarkıntılılardan pek zevk alıyor. Sonra belinde tabancası,arkası sıra on adamı ile yeraltında gezen ve adı mafya babası olan yiğitler çıktı. Öz,yine aynı...sadece biçim farklı...Bir mafya babası,ne kadar güçlü olur ise olsun racona ters gitmez,namını kötüye kullanıp sağda solda unvan isteyenleri af etmez;ilkelidir ve erdemlidir.

18.yüzyıl sonlarında ünlü bir ressam,büyük bir sergi açıyor. Sergiyi gezen adamlardan birinin, ayağında çizmesiyle resmedilmiş bir insan figürüne dikkatle baktığını gören ressam soruyor:

“ilginizi çeken ne?”
“bu çizme...yanlış resmetmişsiniz!”
“nereden biliyorsunuz ki?”
“ben,çizme ustasıyım. Her gün onlarca çizme yapar ya da tamir ederim!”

Bunun üzerine ressam,hemen atelyesine koşuyor ve boya takımını alıp yine sergi salonuna geliyor. Çizmeyi,yeniden resmetmeye başlıyor. Bir gün sonra aynı adam gelip ressamı, duvarda asılı olan resmi düzeltirken buluyor.

Ressam,bırakıp soruyor:

“Oldu mu?”
“yok...yine olmadı. Şurayı da düzelt!”

ressam,düzeltiyor ve tekrar soruyor:

“şimdi?”
“yine beğenmedim,şurayı da düzelt!”

ressam ,şu cevabı veriyor:

“çizmeyi aşıyorsun ama!”

Adamın çizme tamircisi olması,onun bir ressamdan daha iyi çizme resmi yapabileceği anlamına gelmez. Herkes,kendi işini yapmalı çünkü her işin ayrı bir görgüsü ve üslûbu vardır.

Günümüzde de herkes,mafya olmaya soyundu. Oysa,elde silah olması mafya olunabileceği anlamına gelmez. Bu nedenle her türlü rezilliğin,pisliğin,çirkefliğin adı mafya oldu...Üniversite yerleşkelerinde korsan kitap tezgâhı açan öğrenciler bile bir başkasına ya tezgâh açtırmıyor ya da karşılığında ondan haraç alıyor. Adına da: “devrimci öğrenci mafya” diyor...Hal bu ki;ortada ne devrimcilik var,ne öğrencilik ne de mafya...aksine bu üç kavram da lekeleniyor.

*

Mafya,yer altından yer üstüne çıkmadığı sürece asil ve iyi kalabilir ama porno,her zaman kötüdür. Yine bile,porno,dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman önlenemeyen bir işleyiştir. Önlenmesine de gerek yoktur. “iyi’yi iyi yapan,içindeki az miktarda kötüdür” Şayet, gizli olmaktan çıkar ve insanların günlük yaşamına; sanki,çok doğalmış gibi girerse tüm büyü bozulur ve rezillik başlar. Erotik’ten pornoya geçilmesi ne kadar kötü ise pornonun günlük yaşama-örneğin;medya,reklam vs. yollarla-girmesi ondan daha kötüdür.


Buradaki sinsi tezgâh şudur: İnsanların gizlice yaptığı ve kişisel olan her davranış mahremdir ya da kötüdür. Eğer,ortada iyi bir durum olsaydı(sanat ve aşk mahremiyeti dışındaki gizlilikler) insan utanmaz ve gizliliğe başvurmazdı. Ne güzel ki;utanılıyordu. Akşam saatleri bekleniyor ve bir el,sürekli kumandada,ses kısık olduğu halde pornolar izleniyordu.

Akılları kötülük konusunda tam hızla ilerleyen çevreler ise şöyle düşündü: “Porno izlemek,ayıp ve insanlar,ne olur ise olsun bunu gizlice yapıp bu ayıbın yayılmasını istemiyor. Yani;ayıp’ın ne olduğu biliniyor ve orada,haddinde bırakılıyor. Öyle ise,ayıp kavramının içini boşaltalım,onu yayalım ve kimse buna engel olamasın. Nasıl?...bu ayıp,öyle bir çoğalsın,öyle bir sıradanlaşsın ki,insanlar,farketmeden ayıp yapar olsunlar. Yani;ayıp kavramı,ayıp olmaktan çıksın! Meselâ;aşkın içinde bile porno olursa,sabah kahvaltısında,akşam gezintisinde...her an ve her yerde olursa(biz,oldurursak) herkes ,ister istemez ayıp’ ın iyi ,güzel ve sıradan bir olgu-ve kavram-olduğunu düşünür.” (düşünmelerine bile fırsat kalmaz) ” GÜM! Kavramlar,ters-düz oldu!

(örn:- İmdat,polis!burada iyi ve ahlâklı bir insan var. beni seviyor. Lütfen,çabuk gelin! )Andy Warhol,halt etmiş(!)..

Bir kılip (şarkı için filmcik)...Şarkıcı (artık,tartışmıyorum bile...)kılibin sonlarına doğru kremalar,çilekler içinde şarkısını söylemeyi sürdürüyor.

En sonunu yakaladım:Avucunda sıkıp eline yaydığı kremayı,sonra da ağzının kenarlarına sürülenleri yalıyor. Ardından ekrana bakıp yutkunuyor ve şeytanî bir gülüş...

“aa!..ben,bu filmi izlemiştim!”
“nerede,abi?”
“Bit Pazarı’ndaki pornocudan aldığım filmin aynısı!”
“yapma!..zaten herkes sağdan soldan çalıp kılip çekiyor,sanat,bitmiş kardeşim!”
“sağdan soldan değil;Bit Pazarı’ndaki pornocu Rıza’dan!”
“şarkıcı kimdi abi,tanıdık ama...?”
“tiyatro oyuncusu?”
“aa...dizide de oynuyordu ama...”
“her yerde oynar onlar,her oyunu oynarlar!”

*

“bizde blöf,ölüm getirir!” diyen asil ve yiğit ‘baba’lara yanarım. Yanarım yanarım da eski İstanbul genelevlerinin matruşka yüzlü hayat kadınlarına yanarım...Benim canım,ciğerim ‘Rus karıları’ na yanarım!




Zafer KALFA

Mayıs'04

Makale Detaylar

Gönderen: CINNET

Kategori: Makale ve AraştırmalarDenemelerİnsanoğlu-2

Derecelendirme: %100

Yazar İletişim: Unknown

3 kişi yorum yapmış.

CINNET - 13.08.2006
yazının birinci bölümü 11 temmuz`05 tarihinde Taka gazetesinde yayınlanmıştır.
Serdar - 23.05.2006
Soluksuz okudum inan. Üzerinde durulması gereken bir konuya değinmişsin. Teknoloji insanları nereye götürüyor. Ya da Ya da bir dakika! insanlar mı teknolojiyi yanlış kullanıyor.



yazını okuyunca gözümde Sadri Alışık`lı Türk Filmleri canlandı. Geçen seneden sakladığım Hakkı Yalçın`ın bir köşe yazısı geldi hemen aklıma. Paylaşmak istedim.



http://www.sanatteorisi.com/article_read.asp?id=268
webmaster - 23.05.2006
İlginç bir deneme ve hatta dışavurum olmuş. Yazının bütünlüğüne uygun bir tanım yapmam gerekirse orgazm olmuşcasına kendini boşaltmışsın.



Benim asıl dikkatimi çeken insan oğlunun yokolma tehlikesi ile ilgili bölüm. Doğada iki temel yaşam türü vardır. Biri canlılar, diğeri cansızlar. Biyoloji dersi vermiyoruz ama canlılar gruplara ayrılır. İşte soruyu burda sormak lazım. İnsan nerde? İnsan çevresi ile uyumlu bir canlı değildir, bir memeli de değildir.... Düşünebilen tek canlı mı? Aksine İnsan bir parazittir. Bir yapının üzerine yerleşir ve tüm kaynakları tüketir. Sonra başka bir yapıya yerleşir. Tek bir amacı vardır, kendi sefil yaşamı için herşeyi yoketmek.



Bu deneme için teşekkürler zafer

Sadece üyeler yorum yazabilir. Üye olmak için tıklayın.