Makale Başlığı: Ayakkabılar

Ayakkabılar

Yazar: Zafer Kalfa • Eklenme Tarihi: 01.01.2009 • Görüntüleme: 4.323

Özet:
Komşumuzun bir kızı var. Adını sizlerle paylaşmaktan bile çekiniyorum, bağışlayın beni.

Kelimeler:

AYAKKABILAR
Serdar Sütsağan için… 

    Eskiden, dostlarımızla, sanat ve kadın üzerine derin sohbetlerimiz olurdu. Her iyi resimden ayrı bir haz alır, her güzel kadının suretinde başka bir rüyâya dalardık. Sonra bu rüyâları birbirimize anlatır dururduk. Gözümüzün açık olduğu her an, dünyanın her köşesi bize bir resim olarak görünürdü. Renklerle tartar, çizgilerle biçerdik dünyayı. Bu öyle bir zevkti işte… ve gözümüze görünen her güzel kadın ya da şöyle diyelim; gözümüzde güzelleştirdiğimiz her dişi aklımızın tacı, hükümdarı olurdu. Yollar, sokak araları, otobüs durakları… her yerde bir kadın, bir güzel dişi arardı gözlerimiz. Saçlarından etek uçlarına kadar süzerken onu; Tanrım, ne hoş bir seda yankılanırdı ruhlarımızda! Akşam olup da, loş ışık sevdasıyla, lambalarını yakmadığımız evimizde, bir masanın etrafına dizilir, işte o kadını ve o tabloyu konuşur dururduk. Divanelikti bu yaptığımız. Divane âşıklardık bizler. 
    Şimdilerde, biraz daha uysal, biraz daha yorgunuz. Eski heyecanımız yok. Hayatın acımasız darbeleri bizleri de esir almış olabilir. Hep iğrendiğimiz o yaşlı, soğuk bakışlı ve kaba adamlar gibi biz de sessiz kalmayı tercih ediyoruz bugünlerde, ne garip. 
    Yine de “gerçek ölmez, don değişir”, biliyorum. Hâlâ sönmeyen bir ateş, yeni aşklara kol gerebilmem için çırpınıp duran bir peri var içimde. His ediyorum! 
    Komşumuzun bir kızı var. Adını sizlerle paylaşmaktan bile çekiniyorum, bağışlayın beni. Yumuşaklığını gözlerimle okuyabildiğim saçlara sahip bu kız. Çocukluğundan beri görürüm onu; artık daha diri uzuvları var. Memeleri, kalçaları can suyu almış çiçekler gibi yaprak açmış adeta. Yürürken görmelisiniz onu; bahar rüzgârı gibi süzülüyor. Bakkala giderken, ona balkonumdan bakıyorum. Yaşımın, ergenliğimin farkında bile olmuyorum o anlarda, küçük çocuklar gibi onu gözlüyorum. Bakkaldan dönüşünü görebilmek için balkonumdan bir an olsun ayrılmıyorum. Bazen, apartman koridorunda onun sesini işittiğimde, anlatsam güleceğiniz çeşitli bahanelerle evimin kapısını açıyorum ki bu taze güzelliği bir kere daha görebileyim. Heyecandan nasıl da atıyor kalbim öyle zamanlarda! 
    Bir keresinde, apartmandan iniyorum, bu güzellik de peşimden geliyor. Hızlı adımlarla, yaşının bahşettiği zindelikle basamakları atlaya zıplaya iniyor. Binanın kapısına varmışım. Kapının koluna uzandığımda hemen arkamda bulunuverdi. Yetişti beni. Titredim. Dönsem mi? Sarılsam öpsem?.. Keserler beni… Kim anlar içimdeki hislerin masumiyetini? Hareketlerimiz öylesine denkleşti ki, ben binanın kapısını tam açtığımda o da adımını atarak önüme geçmiş oldu. Kapıyı ona açmış bulundum. Sevgilimin, prensesimin kapısını bir fedai edasıyla açarken, o serçe gagasını andıran küçük ağzından iki kelime dökülüverdi:
“Teşekkür ederim!” 
    Allah’ım; tabiatın tüm güzellikleri için yangınları ruhuyla kucaklayan bu genç kuluna acı; onu dibi görünmez aşk kuyularına terk etme! 
    Önünde, saray kapıları açılmış gibi mağrur ve bir o kadar da nazik tavırlarla, durduğu noktadan hareketlendi ve aydınlık sokağa doğru yol aldı. İçimdeki perilerin çığlığını duydum o an. Yemin ederim duydum onları! 
    Belki eskisi gibi uykusuz kalmıyordum. Hayran kaldığım bu güzelliği düşünüp de yemeden içmeden kesilmiyordum. Fakat ne zaman kapısının önünden geçsem duraksıyor, içeriden onun sesini duyabilme umuduyla nefesimi tutuyordum.
Bir sabah, kapılarının önünden geçerken, dışarı çıkmakta olan annesi uğurlarken gördüm onu. Belli ki uykudan yeni kalmıştı. Saf bir güzellik vardı yüzünde. Saçları dağınık. Kenarından iki eliyle tuttuğu kapının ardına gizlenmişti. Pijamalarıyla görünmek istemiyordu. Masumiyet! 
    Ve ayakkabıları… O kapının önünden her geçişimde, kadifeden bir tenle sarılı bu genç güzelliği içlerinde taşıyan yeşil ayakkabılarına bakıyordum. Ne yapsam bu ayakkabıları? Alsam, diğer hatıralar gibi onları da masamın çekmecisinde saklasam mı? Koynumda mı taşısam onları? Bu bir çift ayakkabıyla yatağa mı girsem? Delirmeden kalabilecek miyim? 
    Yaş otuza yaklaşıyor. Bir elde ressamlık, ötekinde yalnızlık… Çektiğim belgesellerden elimde kalan para, desen, bir sandık düzemem. Hayallerimiz var; bohem yanım hala soluk alıp vermekte; memleketin mütevazı bir ailesine damat olmak neyime? Hani, ben, dünden razıyım bayram günleri kaynanamın elini öpmeye… yine de her halimizde bir aykırılık; “istemem böyle erkeği evimde!” derse? Hepsi bir yana, yaşadığım onca gönül acısından sonra, bir genç kızla muhallebicide buluşacak cesaret bende nerde? Hele de dünyaya daha yeni bir pencereden bakan, özgürlüğüne düşkün nesilden olan bu güzel; ya beni eski kafalı bulursa? Ya gülerse aşk şiirlerime? 
    “O zamanlar, kapınızın önünden her geçişimde hep ayakkabılarına bakar, seni düşünürdüm” dediğimde, “Ayol, âlemsin ha!” diyerek alay ederse? 
    Yine de mutlu oldum; bu şüpheyi, gözgöze geldiğimizdeki o saf umudu seviyorum. Özlemişim sevdalığı. Gece, yatağımda, yasak bir sevdayı düşünmeyi özlemiş ruhum. Şimdi, biraz daha renkli hayat... Zaten sonbahar da geldi… Daha ne olsun? 

Ekim’08-Trabzon