Makale Başlığı: Aşk, Sanat ve Felsefe

Aşk, Sanat ve Felsefe

Yazar: Bencil • Eklenme Tarihi: 13.05.2005 • Görüntüleme: 6.211

Özet:
Estetikte Romantizmin imhası - aynı ahlak biliminde bireyin veya siyasette kapitalizmin imhası gibi - felsefi ihmal sayesinde mümkün olmuştur.Her üç durumda da, içlerindeki esas değerlerin doğası hiç bir zaman açıkça tanımlanmamış, temel teşkil etmeyen maddelerde savaş verilmiş ve değerler neyi, niye kaybettiklerini anlamayan insanlar tarafından yıkılmıştır.

Kelimeler:
AŞK, SANAT ve FELSEFE

AŞK, SANAT ve FELSEFE
GELECEK İÇİN SAVAŞAN:  BUGÜN ONUN İÇİNDE YAŞAR...

Hiçbir şeyin aklın ilgi alanı dışında olmadığını bilenler bu kitapta akılcı estetiğin temelini bulacaklar.Böyle bir temelin yokluğu, sanatın günümüzdeki aşağılık iğrençliğini mümkün kılmıştır.

Estetikte Romantizmin imhası - aynı ahlak biliminde bireyin veya siyasette kapitalizmin imhası gibi - felsefi ihmal sayesinde mümkün olmuştur.Her üç durumda da, içlerindeki esas değerlerin doğası hiç bir zaman açıkça tanımlanmamış, temel teşkil etmeyen maddelerde savaş verilmiş ve değerler neyi, niye kaybettiklerini anlamayan insanlar tarafından yıkılmıştır.

İnsanların bunu nasıl söyleyebildiklerini, bilebildiklerini ancak sonra vazgeçebildiklerini merak ederdim - ta ki kendi insanlarımın ve sonraki nesilleri daha yakından gözlemleyene kadar --.Vazgeçmişlerdi ve bu vazgeçişle birlikte yaşamı yaşanılır kılan herşeyden : inanç, amaç, değer, gelecek herşeyden vazgeçmişlerdi.Kurumuş, hayata küsmüş arada sırada hayatın umutsuzluğundan sızlayan iskeletler gibi.

Onu neyin mahvettiğini anlayamayan veya anlamak istemeyenler, dünyaya küfretmeye devam ettiler veya insanları gelenek/görenek din gibi anlamsız doğmalara geri dönmeye çağırdılar ya da sessiz kaldılar.Vizyonlarını bastırmaktan veya onun için savaşmaktan güçsüz olanlar, “kolay” yolu seçtiler: değerden vazgeçtiler.Burada savaşmak, düşünmek anlamına gelir. Bugün, insanın zaaflarına nasıl inatla asıldıklarına ve iyi olarak gördükleri şeyden nasıl kolayca vazgeçtiklerine şaşırıyorum.Vazgeçme benim dayanak noktalarımdan biri değildir.İyi olanın insan için olanaklı olduğunu gördükten sonra kaybolduğunu görürsem “Dünyanın hali böyle” açıklamasını yeterli kabul etmem.Şunları sorarım: Neden? - Buna ne sebep oldu? - Dünyanın halini ne veya kim belirliyor? (Cevap:Felsefe)

İnsanlığın gelişim rotası düz, otomatik bir çizgi değil tam tersine akıl-dışının durgun gecesine doğru yoldan çıkışlar ve uzun yan yollardan oluşan dolambaçlı mücadelelerdir.İnsanlık, yıllar veya yüzyıllar içinde insanın becerdiklerini anlayabilen ve aktarabilen insanların köprüleri ve onların ileri taşınmaları sayesinde ilerleyebilmiştir.Thomas Aquinas bunlara bir örnektir: o, Aristo ile Rönesans arasında, rezil Karanlık ve Orta Çağ yan yolunu karışlayan bir köprüdür.

Şu an için, kokuşmuş bodrumlarda, kötü ruhu defetmek için çok eski ayinlerini icra eden, boş göz yuvarları ile kendi kendini teşvik eden beyinsiz vücutların, silkintili buruşukların dünyasına teslim olmak istemiyorum.Bu tip ayinler, balta girmemiş ormanlarda bini bir paradır ve seslerini titreten büyücü doktorlar bunu “sanat” olarak adlandırır.

Günümüzde sanat ve gelecek yok.Gelişme kapsamında gelecek, kendi kavramsal yeteneklerinden vazgeçmeyenlere açık bir kapıdır; mistiklere, hippilere, uyuşturucu bağımlılarına, kabile ayincilerine veya kendisini hayvanların aşağısında, algıdan yoksun, farkındalığın duyumsal seviyelerine indirmişlere açık değildir.

Gelecek için savaşan: bugün onun içinde yaşar.

İnsan bilgisi ölçeğinde sanatın yeri belki de insanın maddi bilimlerdeki ilerleyişi ile edebi bilimlerdeki durgunluğu (veya günümüzde gerilemesi) arasındaki uçurumun en anlamlı belirtisidir.

Fizik biliminde insan atomu parçalayacak, gezegenler arası yolculuklarla uğraşacak seviyeye gelmişken, sanat gibi bir olay, doğası, insan yaşamında işlevi veya sebep olduğu muazzam psikolojik güç hakkında çok az şey bilinen veya hiç bilinmeyen gizemli bir karanlıkta kalmıştır

Bilginin tüm alanlarında, insan görevlerindeki nitelikleri anlaşılamayan kahinlerin rehberliği uygulamalarını aşmış olmasına karşın, estetik alanında bu uygulama tam gücü ile sürmüş ve günümüzde daha da kaba bir şekilde aşikar hale gelmiştir.Nasıl ilkel adam, doğa gerçeğini olduğu gibi kabul etmiş ve doğayı, bilmedikleri iblislerin özel mülkiyet alanlarının sorgulanamaz, analiz edilemez azaltılması olanaksız esası olarak görmüşse, günümüzün epistemolojik ilkel adamları da sanatı olduğu gibi kabul etmiş, bilmedikleri özel bir tür iblisin özel mülkiyet alanlarının sorgulanamaz, analiz edilemez azaltılması olanaksız esası olarak görmüştür:bu iblislerin özel mülkiyet alanının adı, duygulardır.

İnsanın kültürel anlamda teşvik edilen ben-sizliği, altruizmin en tehlikeli abidelerden biridir; bilinemezle yaşama isteği, kendi ruhunun kişisel (toplumsal olmayan) gereksinimlerini bastırma, gözardı etme, yok sayma isteği, en önemli şeyler hakkında en azını bilme isteği ve böylece en diplerdeki isteklerini güçsüz öznelliğe teslim etme ve hayatını kalıcı suçluluğun içkarartıcı çöplüğünde yaşama isteği.

Sanatı kavramaya dair gösterilen bu ihmal açık bir şekilde sürmüştür çünkü sanatın işlevi toplumsal değildir. (Bu altruizmin acımasızlığının, insanın - yani gerçek birey insanın, en temel gereksinimlerine karşı vahşi bir umursamazlığının somut bir örneğidir.Ahlaki değerlere tamamen toplumsal bir yaklaşımı savunan herhangi bir ahlaki kuramın örneğidir.)Sanat, gerçeğin toplumsallaştırılamayan yönüne aittir.Bu gerçek evrenseldir (yani bütün insanlara uyarlanabilir) ama kolektif değildir: insan bilincine aittir.

Bir sanat eserinin (edebiyat dahil) ayırdedici özelliklerinden biri hiçbir pratik, maddi amaca hizmet etmemesidir, kendisi bir amaçtır; seyir amacı dışında hiçbir amaca hizmet etmez - ve bu seyir zevki o kadar yoğundur, o kadar derinlerde kişiseldir ki, insan bunu başkasına muhtaç olmayan, kendini haklı çıkaran bir temel olarak deneyimler ve, genelde, onu analiz etmeye yönelik bir öneriye karşı koyar ve gücenir.Ona göre öneri, kişiliğine, en derin ve esasa yönelik varlığına bir saldırı niteliğine sahiptir.

Hiç bir insan duygusu sebepsiz olamaz, veya duyguların (ve değerlerin) kaynağından bağımsız, azaltılması olanaksız ve sebepsiz bir şekilde yoğunlaşamaz.Bu duygu ve değerlerin kaynağı yaşayan varlığın hayatını devam ettirmesi için gerekli şeyleridir.Sanatın bir amacı vardır ve insan bu gereksinimine yanıt verir; ancak bu maddi değil, insan bilincinin gereksinimidir.Sanat insanın yaşamını sürdürme çabasına karmaşık bir şekilde bağlıdır - bu fiziksel hayatta kalma değil, fiziksel hayatta kalmaya tabi olan bilincinin korunması ve devamıdır.

Sanatın kaynağı, insanın kavrayış yeteneğinin algısal olması gerçeğinde yatar - yani, insan bilgiyi kazanır ve eylemlerini, tek-tek ve sezişlerle değil, soyut fikirler yardımı ile yönlendirir.

Evren insan tarafından anlaşılabilir mi yoksa anlaşılamaz ve bilinemez midir?İnsan dünyada mutluluğu bulabilir mi yoksa hayal kırıklığı ve üzüntüye mi mahkum edilmiştir?İnsanın seçme gücü, hedeflerini seçme ve onlara erişme, hayatının yönünü belirleme gücü var mıdır yoksa kaderi kendi kontrolünün ötesinde güçler tarafından belirlenen çaresiz bir oyuncak mıdır?İnsan, doğası gereği, iyi olarak mı değerlendirilmeli yoksa şeytani olarak mı hor görülmelidir?Bunlar metafizik sorulardır, ancak bunlara verilecek yanıtlar insanın ne tip bir ahlak kabul edeceği ve uygulayacağını belirler; metafizik ve ahlak arasındaki bağ bu yanıtlardadır.Ve böylesi bir metafizik ne kadar düzgüzel bir bir olmasa da bu kategorideki sorulara verilen yanıtlar, insan beyninde, metafiziksel değer-yargı işlevini varsayar, çünkü onun bütün moral değerlerinin temelini bu sorulara verilen yanıtlar oluşturur.

Bilinçli veya yarı-bilinçli, açık veya gizli, değerlerini bir bütün haline getirmek, hedeflerini seçmek, geleceğini planlamak, hayatının birliğini ve tutarlılığını sağlamak için insanın varlığının etraflı bir görüş tarzına gereksinimi vardır.Bu birlik ve tutarlılık sayesinde kendisinin metafiziksel değer-yargıları hayatının her anında - her seçimi, kararı ve eyleminde yer alacaktır.

Gerçeğin temel doğası ile ilgilenen bilim olarak metafizik - insanın en geniş soyut fikirlerini içerir.Şimdiye kadar algıladığı bütün somutları içerir, hiçbir insanın anlık bilinçli farkındalığının odağının kavrayamayacağı kadar uzun bir kavramlar zinciri ve muazzam bir bilgi toplamını dahil eder.Yine de kendisine yol göstermesi için o toplama ve farkındalığa - bütün bunları tam ve bilinçli bir odak halinde toplayacak güce gereksinimi vardır.

Sanat, metafiziğin somutlaştırılmasıdır.Sanat insanın sahip olduğu kavramları, bilincinin algılayabileceği seviyelere getirir ve onu kendisinin algıları imiş gibi doğrudan kavramasını sağlar.

Moral ilkelerin ve insanın nasıl olması gerektiğinin tanımlanması görevi sebebiyle, düzgüsel soyutlamalara geldiğimizde, gerekli psiko-epistemolojik süreç daha da zordur.Bu görev yıllarca sürecek bir çalışmayı gerektirir - ve sonuçların sanatın yardımı olmadan bildirilmesi hemen hemen olanaksızdır.Yerine getirilecek uzun bir erdemler listesi ile moral değerleri tanımlayacak yorucu bir felsefî bilimsel eser işe yaramayacaktır; ideal insanın neye benzeyeceğini ve nasıl hareket edeceğini bildiremez;: hiçbir zeka bu kadar büyük miktarda soyut toplamı ile başa çıkamaz. “Başa çıkmak” derken, soyutlamaların temsil ettiği algısal somutlamaya yeniden çevrilmesini, yani, onları gerçeğe tekrar bağlamayı ve kişinin bilinçli farkındalığının odağında tutmayı kastediyorum.Böylesine büyük bir bütünlemeyi, belli bir insan tiplemesine - kurama ışık tutan ve anlaşılabilir hale getiren bütünlüklü bir somutlamaya - yansıtmadan bütünlemenin başka bir yolu yok.

Bundan dolayı da, bir sürü kuramsal ahlak tartışmalarının verimsiz, uyutucu beyhudeliği ve insanların bu tip tartışmalara yönelik küskünlüğü : moral değerler zihinlerinde uçuşan soyutlamalar, anlayamadıkları hedefler, ve ruhlarını bu tasvire göre yeniden şekillendirme olarak kalır.Bu da kişiyi tanımlanamayan bir moral suçluluk yükü ile başbaşa bırakır.Sanat ahlakî idealin nakledilebilmesi için vazgeçilmez bir araçtır.

Bu demek değildir ki, sanat felsefi düşüncenin yerini alabilir: kavramsal bir ahlak kuramı olmadan, sanatçı idealin tasvirini somutlaştırma işinde başarılı olamaz.Ancak sanatın yardımı olmadan da, ahlak kavramsal mühendislik pozisyonunda kalır : sanat model - yaratıcıdır.

The Fountainhead’I okuyan birçok okuyucum bir ahlakî ikilemle karşı karşıya kaldıklarında karar verebilmek için Howard Roark tiplemesinin yardımcı olduğunu söyledi.Kendilerine şunu soruyorlarmış: “Böyle bir durumda Roark ne yapardı?” - zihinleri doğru uygulamayı içeren bütün o karmaşık ilkeleri tanımlayana kadar, Roark imgesi onlara yanıtı veriyor.Hemen hemen aynı anda onun ne yapıp ne yapmayacağını hissediyor - bu da onların mantıklarını, onlara rehberlik edecek ahlakî değerleri ayırma ve tanımlamalarına yardımcı oluyormuş.Temsilî (somutlaştırılmış) insan idealinin psiko-epistemolojik işlevi budur.

Sanatın niye insanın son derece kişisel önemi olduğunun sebebi, sanatın insan bilincinin yararını kabul veya reddetmesidir.Bir sanat eseri, bu kabul veya reddi, insanın temel gerçekliğe bakış açısını destekleyerek veya inkar ederek belirtir

FELSEFE ve YAŞAM ANLAYIŞI
Din: - gerçeğe etraflı bir bakış sunma girişimi olarak - felsefenin ilkel bir biçimi olduğu için, efsanelerin çoğu, insan varlığının, bazı öğelerini doğru, anımsanması epeyce zor bazı gerçek görünüşleri üzerinde temellendirmiş, çarpık ve dramatize edilmiş simgelerdir.İnsanın özellikle korkutucu bulduğu bu simgelerden biri, kendisinden hiç bir şey saklanamayan doğaüstü kaydedicilerdir.İnsanın, iyi veya kötü, asil veya aşağılık, bütün hareketlerini listeler ve hüküm gününü insanla yüzleştirir

Bu efsane, varoluşşal olmasa da felsefi olarak doğrudur.Bu acımasız kaydedici, insan bilincinin bütünlük mekanizmasıdır, kaydedilen de yaşam anlayışıdır.

Yaşam anlayışı, duygusal, insana ve varlığına dair bilinçaltında bütünlüklü değer biçilmesi, metafiziğin ön-yargısal eşdeğeridir.İnsanın duygusal tepkilerini ve karakterinin özünü tayin eder.

İnsan, metafizik gibi bir kavramı kavrayacak kadar büyümeden önce, seçimler yapar, değer yargılarını oluşturur, duygularını deneyimler ve yaşama dair mutlak bir görüş tarzı sahibi olur.Her seçim ve değer yargısı, kendisi ve çevresindeki dünya hakkında bir fikir - özellikle bu sayede dünya ile başa çıkma kapasitesini - ima eder.Doğru veya yanlış da olsa, bilinçli sonuçlar çıkartabilir ve akıl açısından pasif duruma geçip olaylara sadece tepki verir (yani sadece hisseder).Hangi seçenek olursa olsun, bilinçaltı mekanizması, psikolojik etkinliklerini toplayarak, vardığı sonuç, verdiği tepki ve yaptığı kaçamakların, duygusal bir toplamını alır ve bunları, alışkanlık haline gelmiş bir düzen halinde oluşturarak, o kişinin çevresindeki dünyaya verdiği otomatik bir tepki haline getirebilir.Kişinin belli sorunlar karşısında vardığı (veya kaçındığı) bir seri tekil ve sağduyulu kararlar, daha sonra varlığa dair genelleştirilmiş bu duygu, sabit ve temel bir duygunun, zorlayıcı ve güdüsel gücü ile birlikte tam bir metafiziği haline gelir.Bu sabit ve temel duygu, bütün diğer duygularının bir parçasıdır ve bütün deneyimlerinin temelini oluşturur.Bu, yaşam anlayışıdır.

İnsan zeka olarak aktif olduğu, yani bilme, anlama arzusu ile motive olduğu- müddetçe, aklı duygusal bir bilgisayarın programlayıcısı olarak çalışır - yaşam anlayışı akılcı felsefenin aydınlık bir karşılığına doğru gelişir.İnsanın, kaçındığı müddetçe, duygusal bilgisayarının programlanması : rastlantısal etkilerle; tesadüfî izlenimler, birliktelikler, öykünmeler, çevrenin basmakalıp laflarını anlamadan - hazmetmeden kapmalar, kültürel geçişmelerle (=ozmoz) yapılır.Eğer kaçınma veya uyuşukluk insanın zihinsel işlevinin baskın yöntemi olursa, yaşam anlayışı korkunun hakimiyeti altına girer - her yöne giden ayak izleri ile damgalanmış şekilsiz bir kil parçasına benzeyen bir ruh.(Daha sonraki yıllarda da, böyle bir kişi ağlayarak kimlik anlayışını kaybettiğinden şikayet edecektir, gerçekte ona hiç bir zaman sahip olmamıştır)

Doğası gereği, insan, genellemeden kaçınamaz, anlık, genel durumun dışında, geçmiş veya geleceksiz yaşayamaz; bütünlüklü kapasitesini, yani kavrayış kapasitesini, yok edemez, ve bilincini bir hayvanın algısal menzili ile sınırlayamaz.Aynen bir hayvan bilincinin soyut kavramlarla uğraşmaya zorlanamayacağı gibi insan bilinci de anlık somut durumlar dışında bir şeyle uğraşmamaya zorlanamaz.İnsan bilincinin muazzam kuvvetli bütünlüklü mekanizması doğuştandır, insanın tek seçeneği ya onu yönetmesi ya da onun yönetimi altına girmesidir.Bir istem eylemi - bir düşünce süreci - kavrayışsal bir amaç için bu mekanizmayı kullanmayı gerektirdiği için, insan bu çabadan kaçınabilir.Eğer kaçınırsa, rastlantılar devreye girer, mekanizma kendi başına çalışır, sürücüsüz bir araç gibi, bütünlüğe gider, ancak bu bütünleme körlemesine, birbirine uymayan, rastlantılara bağlıdır - kavramanın bir aracı değil, çarpıtmanın, hayallerin, işin içine katmadığı işlemcisinin bilincini enkaz haline gelene kadar büken bir kabusun aracı olabilir.

Özsaygı sahibi bir insan için, örneklerin ilk bölümündeki şeyleri birbirine bağlayan duygu, hayranlık, heyecan, rekabet hissi; ikinci bölümdeki şeyleri birbirine bağlayan duygu ise tiksinme ve sıkıntıdır.
Özsaygısı olmayan biri için, birinci bölümdeki şeyleri birbirine bağlayan duygu, korku, suçluluk, küskünlük, ikinci bölümdeki şeyleri birbirine bağlayan şeyler ise: duygu korkudan kurtulma, rahatlama ve pasifliğin kendisinden birşey istenmeyen rahatlığıdır.

Bu tip duygusal soyutlamalar insanın metafiziksel bakışında büyüse de, kökeni o kişinin kendine ve kendi varlığına bakış açısındadır.Bu duygusal soyutlamayı şekillendiren seçimin kelimelere dökülemeyen bilinçaltı ölçütü şudur: “Benim için önemli olan” veya “Kendimi evimde hissettiğim, benim için doğru bir evren”.Bunun hemen arkasında da, insanın bilinçaltı metafizik gerçekliğinin olguları ile uygun veya çelişmeli ile olmasına bağlı olarak, psikolojik sonuçları takip edecektir.

Yaşam anlayışının oluşumunda temel kavram “önemli” terimidir.Önemli - kimin için? Sorusuna bir yanıt içerdiği için değerler dünyasına ait bir kavramdır.Ancak anlamı moral değerlerden farklıdır. “Önemli” aynı zamanda “iyi” anlamına gelmeyebilir. “İlgi ve önem hak eden kalite, karakter veya mevki” (American College Dictionary).Temel duygu anlamında birinin ilgi ve önemini hak eden nedir?Gerçek.

“Önemli”, daha sınırlı ve yarımyamalak kullanımından ayrıştırılmış olarak, temel anlamı ile, metafiziksel bir terimdir.Metafizik ile ahlak bilimi arasında bir köprü: insan doğasına temel bakış olarak kullanımı daha uygundur.Bu bakış, evrenin bilinebilir olup olmadığı, insanın seçim gücüne sahip olup olmadığı, hayattaki hedeflerine ulaşıp ulaşamayacağı sorularına yanıtları da içerir.Bu tip sorunların yanıtları, ahlak biliminin temelini oluşturduğu için, “metafiziksel değer yargıları”dır.

“ Sadece bilinçli insan bilinçaltında olan ve yaşam anlayışını şekillendiren, kendi mutlak gerçek bakış açısını temsil eden, değerleri “önemli” olarak itibar eder veya itibar etmeyi öğrenir

“Bunları anlamak önemlidir” - “Anne-babanın sözünü dinlemek önemlidir” - “Kendi başıma hareket etmek önemlidir” - “Diğer insanları mutlu etmek önemlidir” - “İstediğim şey için kavga etmek önemlidir” - “Düşman sahibi olmamak önemlidir” - “Benim hayatım önemlidir” - “Ben kim oluyorum da kendimi tehlikeye atıyorum?” İnsan kendi ruhunu kendi yaratır - ruhunu vardığı bu sonuçlar doldurur. (“ruh” derken “bilinç”i kastediyorum.) gibi…

İnsanın temel değerlerinin bütünlüklü toplamı onun yaşam anlayışıdır.

Yaşam anlayışı insanın, akışkan, plastik, kolayca şekil değiştiren, erken değer-bütünlemeleridir, bununla tam kavramsal kontrole ulaşabildiği bilgiyi toplar ve bu sayede iç mekanizmasını yürütür.Tam kavramsal kontrol, kavramsal bütünlük sürecini bilinçli olarak yönlendirme anlamına gelir, bunun da anlamı : yaşamın bilinçli bir felsefesidir.

Felsefe, kişinin değerler toplamı ile devam eden yaşam anlayışının yerini alamaz.Ama felsefe, tam tanımlanmış ve tutarlı bir gerçeğe bakış açısına yönelik duygusal bütünlüklerin ölçütlerini koyar (tabi eğer o felsefe akılcı olmasına ve nereye kadar akılcı olduğuna bağlı olarak).Bilinçaltıda, değer yargılarına kapalı bir metafizik türetmek yerine, artık, kavramsal olarak, açık metafizik türetmektedir.Duygular, tamamen ikna olduğu yargılarına göre hareket etmektedir.Akıl yol gösterir, duygular onu takip eder

Çoğu insan bu geçiş sürecini hiç bir zaman yaşayamaz: bilgilerini bütünleştirmek, bilinçli kanaat edinmek için hiç bir girişimde bulunamaz ve tek rehber olarak kendilerini: hiç de iyi ifade edemeyen yaşam anlayışlarının insafına terk eder…

İnsanların bir çoğu için bu geçiş zahmetli ve tamamen başarılı olamayan, temel bir iç çelişkiye yol açan - bilinçli kanaatleri ile bastırılmış, tanımlanmamış (veya bir parça tanımlanmış) yaşam anlayışı arasında bir çarpışma - bir süreçtir.Çoğu zaman, bu süreç hiç tamamlanmaz.Kanaatinin tam bütünlüklü bir felsefenin parçası değil de, rastgele, birbiri ile bağlantısız ve çoğunlukla birbiri ile çelişen ve bu yüzden de bilinçaltı metafiziğin gücüne karşı kendi aklına yatmayan fikirlere sahip bir insanda olduğu gibi.Bazı durumlarda insanın yaşam anlayışı kabul ettiği fikirlerden daha iyidir (gerçeğe daha yakındır).Diğer durumlarda yaşam anlayışı, kabul ettiğini iddia ettiği fikirlerden daha kötüdür ama bunu eyleme geçirmeye gücü yetmez.İşin komiği, böyle durumlarda, insanın zekayı görmezden gelen veya inkar eden intikamcıları gibi davrananlar da kendi duygularıdır

Yaşamak için insan eylem halinde olmalıdır, eylem halinde olmak için de seçim yapmak zorundadır, seçim yapmak için de değerler kuralı yaratmak zorundadır, değerler kuralı yaratmak için de ne olduğunu ve nerede olduğunu bilmek zorundadır - yani kendi doğasını (kendi bilgi araçları da dahil) ve içinde olduğu evrenin doğasını bilmek zorundadır - yani, metafizik, epistemoloji ve ahlak bilimine gereksinimi vardır, bunun da anlamı bir felsefeye gereksinimi vardır.Gereksinimlerinden kaçamaz, ona rehberlik edecek felsefe için tek alternatif ya bunu kendi seçecek ya da tesadüf eseri seçilecektir

Eğer aklı ona varlığı ile ilgili ayrıntılı bir bakış sunmazsa, yaşam anlayışı sunacaktır.Eğer akla yüzyıllardır yapılan ortak saldırılara - akıldışılığı sunan gaddar gelenekler veya felsefe kılığındaki bilinçsiz saçmalıklara - boyun eğerse, uyuşukluk veya şaşkınlıkla teslim olursa, temel sorunlardan kaçınır ve sadece gündelik varlığının somutları ile ilgilenirse, yaşam anlayışı görevi, iyi veya kötü olacak şekilde, devralır (ki genelde kötü olur) ve sonuçta bilmediği, hiç bir zaman kontrol etmediği, kabul ettiğinin farkında olmadığı bilinçaltı felsefesinin insafına terkedilir

Sonra bu korku, endişe ve belirsizlik yıllarla birlikte çoğaldıkça, kendini bilinemez, tanımlamaz bir yazgı, sanki nihaî hüküm günü beklentisi içinde bulur.Bilmediği şey, yaşamının her gününün- yaşam anlayışının bilinçaltındaki film rulolarında kaydettiği yanlışlarının, yalanlarının, çelişkilerinin bedelini ödediği bir hüküm günü olduğudur.Ve bu tip bir psikolojik kayıtta boş kayıtlar en karanlık günahlardır.

AŞK,SANAT ve FELSEFE
İnsanın varolmasında, yaşam anlayışının özel ilgi alanı ve ifadesinin iki görünüşü vardır :aşk ve sanat.

Ben burada, o terimin ciddi anlamı ile, romantik aşktan bahsediyorum.Romantik aşk, sahiplerinin yaşam anlayışlarının herhangi bir tutarlı değerden yoksun yani korkudan başka hiç bir sürekli duygusu olmayan, yüzeysel, delicesine aşık olma hallerinden ayrılır.Aşk, değerlere verilen bir yanıttır.Aşık olan kişi, diğerinin yaşam anlayışına - varlığı ile yüzleşmesini sağlayan temel toplama, esas karşı duruşa , ki bu kişiliğin vazgeçilmez parçasıdır - aşık olur.Kişi diğer kişinin karakterine şekil vermiş değerlerin simgelediği somut örneğe aşık olur.Bu değerler, en geniş hedeflerde veya en ufak jestlerde kendini yansıtır, ruhunun stilini yaratır.Bu bireysel stil özgün, tekrar edilemez ve yerine konulamaz bilinçtir.Kişinin yaşam anlayışı, seçici olarak hareket eder ve bir başkasındaki değerlere yanıt verir.Sözde inançlarla ilgisi yoktur (yine de bunlar ilgisiz değildir) çok daha esaslı olarak bilinç ve bilinçaltının uyumu ile ilgisi vardır.

Bu duygusal tanıma sürecinde, yaşam anlayışının kendisi güvenilir bir kavrayışsal rehber olmadığı için, bir sürü hata ve trajik yanılsamalar mümkündür.Ve eğer kötülüğün dereceleri varsa, mistisizmin en kötü sonuçlarından biri - insanın acı çekmesi anlamında - aşkın akıl ile değil de “kalp” ile ilgisi olduğu, akıldan bağımsız bir duygu olduğu, aşkın gözünün kör olduğu, felsefenin gücünden etkilenmediği, inancıdır.Aşk felsefenin anlatımıdır - bilinçaltı felsefî toplamdır - ve belki de insan varlığının başka hiç bir yönü felsefenin bilinçli gücüne bu kadar umutsuzca gereksinim duymaz.Bu güç, bir duygusal değer biçmeyi doğrulama ve desteklemeye çağrıldığında, eğer aşk akıl ve duyguların, düşünce ve değerlerin bilinçli bir bütünlemesi olduğunda - işte yalnız o zaman - insan yaşamının en büyük ödülü olur.

Sanat, gerçeğin, sanatçının metafiziksel değer yargılarına göre seçici olarak yeniden yaratılmasıdır.İnsanın metafiziksel soyutlamalarının bütünleştiricisi ve somutlaştırıcısıdır.Sanatçının yaşam anlayışının sesidir.Ve bu anlamda sanat, aynı romantik aşk gibi, gizemin havası ile, aynı tehlikelerle, aynı trajedilerle - ve bazen aynı zaferlerle - karşı karşıyadır.

Yaşam anlayışı şaşmaz değildir.Ama yaşam anlayışı : insanın sanat gibi bir âlem yaratmasını sağlayan psikolojik mekanizmanın ve sanatın kaynağıdır.

Sanatın içindeki duygu bu terimin genel anlamındaki duygu değildir.Daha çok bir “anlam” veya “his” olarak deneyimlenir, ancak duygulara uygun olarak iki özelliği vardır: otomatik olarak anındadır ve yoğun, olarak onu deneyimleyen kişiye taşıdığı değer açısından tamamen kişiseldir (ancak tanımlanmamıştır) Yaşamın içindeki değer ve duyguyu ifade eden kelimeler şunlardır: “İşte hayatın benim için anlamı budur”

Sanatçının metafiziksel bakış açılarının içerik veya doğasından bağımsız olarak bir sanat eserinin, diğer bütün yönlerinin altında, söylediği şey temel olarak şudur: “Benim gördüğüm haliyle hayat budur (veya bu değildir)”

İnsanın: “Değerlerini bütünleyebilmek, hedeflerini seçebilmek, geleceğini planlayabilmek, yaşamının tutarlılığını ve uyumunu sağlayabilmek için, varlığına dair etraflı bir bakış açısına gereksinimi vardır.” İnsanın yaşam anlayışı, metafiziksel soyutlamaların bütünlüklü toplamını almasına yardımcı olur; sanat, bunları somutlaştırarak halihazırdaki gerçeği ( mevcudiyeti ) kavramasına - deneyimlemesine - olanak sağlar.

Psikolojik bütünlemelerin işlevi belli bağlantıları otomatik hale getirmektir; böylece her biri bir birim olarak çalışır ve her anımsatıldığında sürekli bir düşünce süreci halinde çalışması ihtiyacı ortadan kalkar. (Bütün bu öğrenilenler, kişinin bilgisinden daha fazla bilgi peşinde koşmak için zihnini serbest bırakmasını otomatik hale getirmeyi içerir) İnsan zihninde pek çok “çapraz dosyalanmış” soyut zincirler (birbiri ile bağlantılı kavramlar) bulunur.Kavramaya dair soyutlamalar, bütün diğerlerinin bağlı olduğu esas zincirdir.Bu zincirler, belli bir amaca hizmet eden ve özellikli bir ölçüte göre şekillenmiş zihinsel bütünlemelerdir.

Kavramaya dair soyutlamalar şu ölçütle şekillenmiştir : gerekli olan ne? ( epistemolojik olarak bir sınıf da var olanı diğerlerinden ayırmak için gerekli olan).Düzgüsel soyutlamalar şu ölçüt ile şekillenmiştir: iyi olan ne? Estetik soyutlamalar şu ölçütle şekillenmiştir: önemli olan ne?

İnsan amacına hizmet etmek ( fiziksel arka-planının şeklini değiştirerek yaşadığı ) için, değerlerini önce tanımlamalı sonra yaratmalıdır - akılcı bir insanın bu değerlerin benzeyişlerini, dünyayı ve kendisini yeniden şekillendirecek imgeler şeklinde somutlaşmış projeksiyona gereksinimi vardır.Sanat ona bu imgeyi verir; ona kendi uzak hedeflerini tam, hazır ve somut gerçeğini görebilme deneyimini verir.

Akılcı bir insanın : tutkusu sınırsız, değerlerini arama ve bulması yaşam boyu süren bir süreç olduğu için, değerleri ne kadar yüksekse mücadelesi de o kadar çetindir - bitmiş işin hissini, kendi değerlerine ulaşabilmiş bir evrende yaşıyor olmanın vereceği hissi, deneyimleyebileceği bir ana, bir saate veya belli bir zaman dilimine gereksinimi vardır.Bu bir mola, daha ileriye gitmek için yakıt almak gibidir.Sanat ona: işte bu yakıtı verir, kişinin yaşam anlayışının objektif gerçekliğinin tasarımının verdiği zevk, onun ideal yaşamında neler hissedecekse, onların verdiği zevktir.

Aynı ilke, farklı bakış açıları ve farklı tepkiler sebebiyle farklı terimlerle de olsa, akıl-dışı insanlar için de geçerlidir.Akıl-dışı bir insan için, kötücül yaşam anlayışının somutlaşmış projeksiyonunun amacı, ileriye gitmek için yakıt ve ilham kaynağı olması değil, hiç hareket etmeden durmak için bir mazeret olmasıdır: değerlerin ulaşılamaz, mücadelenin faydasız, korku, suçluluk, acı ve başarısızlığın insanın kaderi olduğunu ve buna karşı bir şey yapamayacağını belirtir. Veya daha düşük seviyede bir akıl-dışı kötücül yaşam anlayışının somutlaşmış projeksiyonu, insanı zafer kazanmış bir kötülük, varolmaya duyulan bir nefret, yaşamı en iyi temsil eden şeylerden alınan bir intikam, bütün insanî değerlerin yenilmesi ve mahvedilmesi olarak simgeler; onun sanat çeşidi, kendisinin haklı olduğunu belirten anlık bir aldanması - şeytaniliğin metafiziksel açıdan güçlü olduğudur.

Sanat, insanın metafiziksel aynasıdır; akılcı bir insanın o aynada görmeyi aradığı tek şey selamlama iken, akıl-dışı bir insanın görmeyi aradığı tek şey mazerettir - halbuki bu sadece onun, kendi öz-güvenine ihanetinin son çırpınışı, doğru yoldan ayrılmışlığının tek mazeretidir.

Bu iki aşırı uç arasında, insanın karışık öncüllerinin sürekliliği yatar - yaşam anlayışları, akıl ile akıl-dışılığın, çözülmemiş, kararsız halde dengelenmiş veya açıkça tezat ögelerini tutar - ve sanat eserleri bu karmaşıklığı yansıtır.Sanat felsefenin bir ürünü olduğu için (ve insanın felsefesi acıklı bir şekilde karmaşık olduğu için), en büyük örnekleri de dahil, sanat eserlerinin çoğu bu sınıflandırmaya girer.

Bu şekilde, belli bir sanat felsefesinin doğruluğu veya yanlışlığı, estetiğe ait bir konu değildir, izleyicinin sanat eserinden aldığı zevki etkileyebilir ancak estetik değerini reddetmez.Belli bir tür felsefi anlam, ancak imâ olunan yaşama bakış açısı sanat eserinin gerekli ögesidir.Ne olursa olsun herhangi bir metafiziksel değerin bulunmaması, yani gri, bir şey ifade etmeyen, pasif ve kararsız bir yaşam anlayışı, yakıtı, motoru veya sesi olmayan bir öze yol açar ve sanat alanında aciz bir insan olarak karşılığını bulur.Kötü sanatta, taklitçilik, ikinci-el kopyacılık hakimdir, yaratıcı bir ifadenin izi yoktur.

Açıkça belli olmasa da hakim olan şey, normal akıl sağlığı tam odaklanmayı sağlayacak durumda olan bir insan, neşe saçan bir berraklık ve amansız bir kesinliği yaratır ve bunlara cevap verir - bu stil, keskin hatlar, temizlik, amaç, tam farkındalığa uzlaşmaz bir şekilde taahhüt ve gayet net açıklanmış bir tanım, yansıtır - bu farkındalığın seviyesi A’nın A olduğuna uygun bir evrene uygundur, bu farkındalıkta herşey insan bilincine açık ve bu farkındalık seviyesi ona uygun sürekli işlevsellik gerektirir.

Kendi hislerinin bulanıklığında hareket eden kişi, zamanının çoğunu odak noktasının dışında geçirecek ve sınırların kaybolduğu, varlıkların birbirinin içine karıştığı, kelimelerin her anlama geldiği, hiç bir şey ifade etmediği, renklerin nesneler olmadan uçuştuğu, nesnelerin ağırlıkları olmadan dolaştığı - A’nın kişinin keyfine göre seçtiği herhangi bir “A olmayan” şeye eşit olduğu, hiçbir şeyin kesin olarak bilinemediği ve kişinin bilinçliliğinden fazla bir şey beklenmeyen, puslu, “gizemli” kasvetli stiller yaratacak veya böyle stillere cevap verecektir.

Kişinin, sanatçının felsefesini kabul veya reddetmesinin sanat eseri içeriğindeki estetik yaklaşım ile bir ilgisi yoktur.Eserini değerlendirmek için sanatçı izleyici ile aynı fikirde olması (hatta ondan hoşlanması) gerekmez.Temel olarak, objektif bir değerlendirme, sanatçının temasını, (diğer dış nedenlere izin vermeden, eserin içindeki delilleri açık olarak tanımlayarak) eserinin soyut anlamını tanımlamayı ve sonra sunma araçlarını, yani sanatçının temasını, eserdeki saf estetik ögeleri ölçüt olarak alıp, yansıttığı (veya yansıtamadığı) yaşama bakış açısındaki teknik ustalığı (veya bu ustalıktan yoksunluğu) değerlendirmeyi gerektirir.

(Objektif bir değerlendirmede rehber olması gereken ve sanatçı bireyin felsefesini dikkate almadan bütün sanatlara uygulanan estetik ilkeler bu tartışmanın dışındadır.Sadece, estetik bilimi tarafından tanımlanan ilkelerden bahsedeceğim.Modern felsefe, bu görevi yerine getirme konusunda, üzücü bir şekilde başarısızlığa uğramıştır.)

AYN RAND