Makaleler Makale ve Araştırmalar Köşe Yazıları Cumhuriyet Aydınlanmasının Misyonerleri Öğretmenler
Makale Başlığı: Cumhuriyet Aydınlanmasının Misyonerleri Öğretmenler

Cumhuriyet Aydınlanmasının Misyonerleri Öğretmenler

Yazar: A. Ömer Türkeş • Eklenme Tarihi: 07.02.2014 • Görüntüleme: 2.761

Özet:
Romanlardaki öğretmen tipleri ve onların Anadolu’nun ücra köşelerinde sürdürdükleri mücadeleler, hem toplumdaki öğretmen imgesini hem de Cumhuriyet’in aydınlanma ideallerini sergilemesi açısından önemli... İstanbullu aydının Anadolu’nun tozlu yollarında, yoksul köylerinde dolaşıp cahil bırakılmış, dini istismarlara uğramış ve köy ağası tarafından sömürülüp devlet görevlileri tarafından ezilmiş köylü milletiyle kucaklaşması "Çalıkuşu" ile başlar.

Kelimeler:
cumhuriyet, öğretmenler, romanlar, sinema, çalı kuşu, vurun kahpeye, feride, yunan gavuru, karapürçek, köy enstitüleri, Reşet Nuri Gültekin, Imam Hacı Fettah

Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1980'e kadar geçen 60 yıllık süreye yayılan romanlara karakteristiğini veren aydınlanmacı bakış, aydınlanmanın özverili neferleri arasında ilk sıralarda yer alan öğretmenleri pek çok romanın merkezine yerleştirmiş, hatta 'köy romanı' olarak adlandırılan roman akımı, "Bir Köy Enstitülü Öğretmenin Notları" alt başlığıyla yayımlanan "Bizim Köy" ile (1950) başlamıştı. Romanlardaki öğretmen tipleri ve onların Anadolu'nun ücra köşelerinde sürdürdükleri mücadeleler, hem toplumdaki öğretmen imgesini hem de Cumhuriyet'in aydınlanma ideallerini sergilemesi açısından önemlidir. Bu tipin 'büyük anlatıların' gözden düştüğü '80'lerden sonra unutulması da, aynı şekilde, toplumsal zihniyet değişimlerini işaret eder. Geçmişe dönük aydınlanmacı anıları canlandıran bu romanlar üzerinden öğretmenlerin bugünkü sorunlarını dile getirme şansımız yok. Bu nedenle bu yazı özelinde geçmişe doğru bir yolculuğa çıkacağız.

Karanlığa karşı

Öğretmenlere geleneksel rollerini veren ilk roman, Milli Mücadele'nin sürdüğü, Ankara'da ilk meclisin toplandığı yıllarda yazılan "Çalıkuşu" (1922), beklenenden büyük bir okuyucu kitlesi ile karşılaşmıştı. Anadolu'ya öğretmenliğe giden genç bir kızın Feride'ninmedeniyetten çok uzak bir köyde, halka karşı gösterdiği sevgiyi, mesaisini ve köylü çocukların eğitilebilirliğini işleyen roman, hem Anadolu'nun toplumsal sorunlarına eğiliyor hem de köyün kalkınması için aydınların öncülüğünün ilk işaretini veriyordu. Istanbullu aydının Anadolu'nun tozlu yollarında, yoksul köylerinde dolaşıp cahil bırakılmış, dini istismarlara uğramış ve köy ağası tarafından sömürülüp devlet görevlileri tarafından ezilmiş köylü milletiyle kucaklaşması "Çalıkuşu" ile başlar.
Halide Edip Adıvar, "Vurun Kahpeye" (1926) ile "Çalıkuşu"nun öğretmenini Milli Mücadele'ye taşır. Ancak Aliye öğretmen ile köylülerin ilişkisi hiç de Feride'ninki gibi sevgi dolu değildir. Dini kendi çıkarları için kullanan İmam Hacı Fettah, öğretmenin getireceği aydınlıktan korkar. Düşman kuwetleriyle işbirliği yapan bu din adamı tipini, kötülük ve karanlığın simgesine dönüştürür Halide Edip. Hacı Fettah, sonunda köylüyü kışkırtır ve Aliye öğretmen linç edilir. Milli Mücadele'yi anlatan bu ilk dönem romanlarında, köydeki 'karanlık' güçlerin 'Yunan gavuru'ndan bile daha tehlikeli resmedilmesi çok yaygındır. Köye gelen aydını zor durumda bırakmak için düzenlenen tuzağın namus meselesi üzerine kurulması da "Vurun Kahpeye" ile başlar ve sıklıkla tekrarlanır.

Taşlaşmış ilişkiler

Anadoluya giden öğretmenlerin taşranın tutucu yapısıyla çatışması, dışlanması, cinsel kökenli dedikodularla bunaltılması sadece tutucu kesimlerin aydınlanmaya karşı direnişini göstermez, bu tema taşra hayatının sosyolojik özelliklerini de yansıtır. Insanlararası ilişkiler çok yakın ve iç içedir taşrada; dedikodu insanların, özellikle de yabancıların kaderlerini etkileyecek bir iktidar aracıdır. Öyle ki, "Dedikodu tairanın beslenme kaynağı, vazgeçilmez iletişim aracı ve aynı zamanda korkutucu batağıdır". Bireysel özgürlüklerin yerini akrabalık bağlarının, komşuluk ilişkileri ve topluluk sorumlulukların aldığı taşrada, insanlar geleneklerle bağlarını koparmadan, geçmişle iç içe yaşamak zorundadırlar. Işte öğretmenler bütün bu taşlaşmış ilişkilere karşı savaşacaklardır.

Cinsel taciz tuzağı

Aka Gündüz'ün "Bir Şöförün Gizli Defteri" (1928) romanındaki muallim de cinsel taciz suçlaması ile sürülür köyünden. Pek çok romanda ve pek çok Köy Enistitülü öğretmen hatıratında da aynı meselenin bu kez bir gerçeklik olarak vurgulandığını göz önüne alırsak, cinsel taciz tuzağının Anadolu köylüsünün yabancılara karşı geliştirdiği önemli bir savunma refklesi olduğunu söyleyebiliriz.
Bu tarz anlatıların en önemlilerinden olan ve ana fikrini; "Zatıaliniz şüphesiz zemin ve zamanı müsait bulmadığınız için şimdilik din ve devlete sadık meşruiyetperver Osmanlılar yetiştirmek gayesiyle iktifa buyuruyorsunuz. Bendeniz bir derece daha ileri gitmek, milletine sadık cumhuriyetperver Türkler yetiştirmek emelindeyim," cümlesinde bulan Reşat Nuri Güntekin'in "Yeşil Gece"sinin (1928) kısa özeti; bir köylü çocuğu olan Şahin'in medrese eğitimini sürdürmek için gittiği Istanbul'da aydınlanarak öğretmen okulunu seçmesi, eğitimci olarak döndüğü bir Anadolu kasabasında softalarla dolaylı bir kavgaya tutuşması ve Yunan işgalinden sonra yaşadığı düş kırıklığı biçiminde aktanlabilir. Kitabın temel sorunsalı, dinin toplumun gelişmesinde (aydınlanmasında) bir engel oluşu üzerine kurulu. Bütün mesela dine indirgenince, doğal olarak kötü yobazlar, iyi aydınlar ve kimi seçeceğini bilemeyen köylülerden müteşekki'l kurgusal karakterler kaplıyor metni. "Yaban"a giden yolu "Çalıkuşu" ve "Yeşil Gece" nin açtığı söylenebilir. Yine de, Yakup Kadri'nin "Yaban"da anlattığı Ahmet Cemal'den daha organiktir Şahin öğretmen. Ayrıca, sondaki süpriz, Reşat Nuri'nin Cumhuriyet'in geleceğine duyduğu şüphenin bir göstergesi, Kemalist devrimin sınırlarının çizilmesi olarak da okunabilir.

Kadın öğretmen tiplemeleri

"Tatarcık" (1939), Halide Edip'in, fakir bir köyün fakir insanlarını işlediği bir roman. Suat Derviş'in o yıllardaki değerlendirmesiyle; Tatarcık, "Müellifin iddia ettiği gibi kendi neslinden herhangi bir Türk kızının ayrı ayrı ve biraz da aykırı cephelerini nefsinde toplamış olan genç bir mahluk değildir. O daha fazla Poyraz köyünün müsbet tipi, müellifin genç Türk kızlarına, hatta genç Türk erkeklerine örnek olarak vermek istediği bir numunedir. O, bu köy halkının en basitinden en yükseğine bilaistisna hepsini şaşırtmaktadır". Hayatını çalışarak kazanan, kolej / üniversite tahsili yapmış, zenginlerin yalılarında Ingilizce dersi veren, köy yollarında bisikletiyle dolaşan, köylüye davranış adabı öğreten, "Türk münewerinin memleketi medenileştirmek için yapacağı savaşın ancak bundan ibaret olduğunu zanneden bir genç kızdır... Halkın hakiki ıstırap ve hayatı bütünüyle gösterilemediği için sadece hayatın üst yüzünü gösteren Tatarcık", Halide Edip'in bütün romanlarında hayalini kurduğu; Batı kültürüyle Doğu geleneklerini -şeklen-  birleştiren kadın tipidir. Romanlarda idealize edilen kadın öğretmen tiplemeleri, gerçekden de Cumhuriyet kadını için bir model oluşturmuştur.

Öğretmenden yansıyan umut

Samim Kocagöz'ün "Bir Şehrin Iki Kapısı" (1948), Ege'nin zengin kasabası Söke'de süren toplumsal, siyasal ve ekonomik hayatı bütün yönleriyle yansıtır. Cumhuriyet'in temsilcisi idealist aydınlarla, geçmişin bütün kötülüklerinin vücut bulduğu feodal artıklar arasındaki kavgada, ögretmenden yansıyan umut, yazarın Cumhuriyet'in geleceğine duyduğu inancın göstergesidir. 1958 yılında yazılıp aynı dönemi işleyen Sunullah Arısoy'un "Karapürçek" romanında da aydınlatıcı rolüne bir öğretmen yerleştirilir. Karapürçek adlı dağ köyüne gelen öğretmenin köylülerle kaynaşması, onlara ilim irfan göstermesi ve çıkarları zedelenenlerce köyden uzaklaştırılması tarzında özetleyebilecegim hikayesinden de anlaşılacağı gibi, "Yaban" ın izinden giden, bütün şablonların yerli yerinde kullanıldığı ve yazarın bağlandığı tezleri taşıyan ideolojik bir araç "Karapürçek". Reşat Nuri Güntekin'in benzer bir şekilciliğe düştüğü "Kan Davası" (1962) romanı ise, bir Ege köyüne atanan öğretmenin köyde sürüp giden kan davasına son vermesi ve kendisinin de mutluluğa ermesiyle, Güntekin'in Cumhuriyet yıllarında yazdığı diğer romanlarından ayrı bir atmosferdedir.

Köy Enstitülüler köylerine dönerken

Küçük burjuva aydının Anadolu'ya gidişinin romana konu edinilmesi, Türk toplumunda aydın  halk ilişkişini sergilemesi açısından önemli görünüyor. En iyi anlatımını, Tahir Kutsi Makal'ın "Acı Yol" (1964) adlı öykülendirilmiş gezi notlarında, "Ve sen de mecbursun Türk aydını, Anadolu'yu sevmeye mecbursun... Ve Türk aydınları Anadolu yollarına düşmeli. Dinlemeli. Dertlere derinliğe eğilmeli" sözlerinde bulan öncülük görevinin küçük burjuva aydının temel karakteristiği haline gelmesini ve dönemlere göre değişimini, sanıyorum romanlardan başka hiç bir yerde bu kadar canlı bulmak mümkün değildir.
Yaşar Nabi Nayır'ın "Bir Orta Anadolu köyünün acı gerçeği, bana öyle geliyor ki bütün gplaklığlyla ilk defa olarak bu kitapta dile geliyor. Gerçi köylerimizin durumuna dair daha önce de bazı şeyler yazılmıştır. Ancak bunlar ya iktisadi, içtimai araştırmalar ya da köye şöyle bir uğramış aydınların müşahadeleriydi. Halbuki bu kitap doğrudan doğruya köyde doğmuş, köyde yaşayan bir köylü çocuğunu şehadetidir. Büyük kıymeti bu yüzdendir... "Bizim Köy"de karşılaştığımız bir başka yenilik de Köy Enstitüleri'nin kuruluşundan sonra girişilen okutma seferberliğinin seyri ve neticeleri üzerinde bizi düşünmeğe sevkedecek müşahadelerle dolu olmasıdır" önsözü ile yayımlanan Mahmut Makal'ın "Bizim Köy"ü (1950) ile birlikte köy romanları kanonunun ve kanon içindeki öğretmen kimliğinin yeni standartları belirginleşir; artık öğretmen köyün içinden gelir, taassup yuvasına bilginin ışığını taşır, sorunları ilgili makamlara rapor eder ve romanların edebiyattan çok belgesel nitelikleri ağır basar... Yeni öğretmen tipinin yazının ilk bölümünde sözünü ettiğim fedakar kentli aydından farklı; mümkün olduğunca 'organik' bir aydın tipi olduğu açıktır.

Sabahattin Eyüboğlu simgesi

Burada yeri gelmişken Köy Enstitüleri'nden ve simgesel bir kişiden, Sabahattin Eyüboglu'ndan söz etmek hakkaniyetli olur; çünkü fedakar öğretmen misyonunu üstlenen birkaç kuşak köy çocuğunun eğitimini planlayan Cumhuriyet aydınlanmacılarının tipiğidir Eyüboğlu. Dünya Klasikleri ile köy çocuklarını / yazarlarını tanıştıran odur. Eyüboğlu ve arkadaşları Anadolu köylerinin cehaletini bir 'şokla aydınlatacaklarını düşünerek, büyük bir inanç, samiyet ve heyecanla aydınlanmanın sembolü saydıkları evrensel değerleri köylere taşımışlardı. Şimdi size tuhaf gelebilir; "Açıkhava Tiyatrosu'nda geçen hafta yatak çarşaflarından kostümlerle Julius Sezar oynandı, bu hafta Enstitülülerin yazdığı Bizim Köy piyesi oynanıyor," diye yazar bir mektubunda Eyüboğlu. Bir başka mektubunda, ilk oynanacak oyunlar olarak Moliere, Sheakespeare, Beaumarchais ve Gals Worthy'nin eserlerini önerir.
Köy Enstitüleri'nin idealist öğretmenleri için 'Aydınlanma' kapalı, yetkin bir yaşam kalıblydr "Öyle bir belirli yaşam ve sanat, duygu ve düşünce biçimi vardı ki, düzgündü, haklıydı, doğruydu ve nesneldi ve biz onu yeterince bilirsek başka insanlara da öğretilebilirdi. Sorunlarımızın bir çözümü vardı ve biz o çözüme uygun bir yapı kurup da kendimizi bu yapıya uydurmaya girişebilirsek, hem düşünce sorunlarına hem de eylem sorunlarına yanıtlar elde edebilirdik". Aslında bu aydınlanmacı ideal için verilen kavga, tam da romantiklere özgü bir tavırdı; iktidarı, devleti, Cumhuriyet'i kendi içinde özümlemek, kendisini onunla bir hale getirmek ya da kendini onun içinde eritmek girişimiydi. Öğretmenlik mesleğine bugün hala kullanılan 'kutsallık' sıfatını veren, tam da bu girişimdi.
Cumhuriyet'in bir daha eşi benzeri görülmeyecek eğitim seferberliği içerisinde öne atılan öğretmenlerin romanlardan yansıyan çıglığı, 'toplumun dışına itilmişin, sürgünün, üstinsanın, ruhu fazla geniş olduğu için varolan dünyaya dayanamayan adamın tipik sesidir'! Ne yazık ki, diğer bütün kesimlerle birlikte özellikle büyük kentlerde öğretmenler de varolan dünyaya ayak uydurmak zorundalar. Çığlıkları ise o uyum sağlandığı ölçüde sessizleşiyor. Belki de Perry Anderson'un vurguladığı gibi "Bugün en çok ihtiyacımız olan şey, Incirdekine benzeyen sözlerden ziyade Aydınlanma ruhudur".

Milliyet Sanat - Kasım 2004